Geçmişten günümüze ebeveynlerin çocukları için dilekleri evrensel niteliktedir: “Ayağına taş değmesin!” Doğal olarak hem beden, hem de ruh sağlığının hiç bozulmadığı mükemmel bir yaşamı olsun isteriz çocuklarımızın. Ancak bu dileğin gerçekçilik sınırlarını doğru değerlendirebilme yetisi ile sağlıklı ve sağlıksız ebeveyn tutumları birbirinden ayrılmış olur.
“Mutluluk” gibi olumlu duygularla birlikte “öfke”, “mutsuzluk” gibi olumsuz duygular da hayatımızın bir parçasıdır ve her insan günlük hayatında bu duyguları hissederek yaşamına devam eder. Duygularımızdan bazılarını memnuniyetle kabul ederken bazılarını reddetme çabası bizi kaçınılmaz olarak ruhsal gerilimlere, daha da ileri boyularda ruhsal bozukluklara götürür.
Neden olumsuz duygulardan kaçınırız?
Olumsuz duygulardan kaçınmak sağlıksız işleyen bir savunma mekanizmasıdır ve genellikle kültürün etkisiyle kuşaktan kuşağa aktarılır. Benzeri bir kaçınma davranışı içinde olan ebeveynlerden öğrenilen, aşırı anlam yüklenmiş felaket senaryolarına eğilim alışkanlığı ile şekillenir. Sanki mutsuz olursa, kaybederse, canı yanarsa dünyanın sonu gelecekmiş, sanki hayat bir daha asla eskisi gibi olamayacakmış gibi bir duygu yaşanır çoğunlukla. Bunun sonucunda olumsuz duygular başta olmak üzere, heyecana ve hatta ileri boyutta mutluluğa dahi ket vurma mekanizması işlemeye başlar. Kendi ebeveynlerinden bu mirası alan birey, değişim yönünde bir adım atmazsa aynı mirası çocuklarına devredecektir, kaçınılmaz olarak.
Kaçınma davranışı nasıl aktarılır?
Henüz bebekliğinden itibaren çocuğunuzun ağlamasına, istediği birşeye hemen ulaşamamasına tahammülünüz düşükse siz de bu mirasın taşıyıcısı olabilirsiniz. Çocuğun mutsuzluğu ya da öfkesi karşısında sağlıksız ebeveyn tutumlarını üç farklı şekilde görebiliriz.
Leb demeden leblebiyi anlayan ebeveyn: Adı üstünde, daha çocuğu bir problemi yaşamadan ya da bir eksikliği hissetmeden derhal sorunları çözmeye çalışan ebeveyndir. Gerçek çözümün sorunları ortaya çıkmadan engellemek olduğuna inanır. Bu tip ebeveynlik tutumunda erken dönemde gelişim geriliklerine çok sık raslanır. Çocuğun arzu duymasına, öfke duymasına, talep etmesine, hayal kırıklığına uğramasına izin vermeyen ebeveyn sonuçta onun büyümesine de izin vermiyordur ve sorunların en büyüğüne kapı açıyordur. En hafif düzeyde dahi, bu tip tutumla büyütülen çocukların sosyal yaşama katıldığında en küçük hayal kırıklıklarını büyük bir yıkım olarak algıladıklarına şahit oluruz. Bu durum hızla değersizlik duygularının yerleşmesine zemin hazırlayacaktır.
Cezalandırıcı ebeveyn: Dünyayı tamamen rasyonel algılayan ve doğal olarak mükemmellik peşinde olan ebeveyn tutumudur. Bu nedenle duyguları görmezden gelme ve davranış çıktılarına odaklanma eğilimindedir. Sürekli olarak çocuğun olumsuz duygularının sonuçları olan davranışlarına “ağlama” “vurma” “kırma” şeklinde tepkiler gösterir, çocuk anlaşılmadığını hissedip daha da öfkelendiğinde ebeveyn de ketleyici tepkilerini şiddetlendirir. Sonuç ebeveyn çocuk iletişiminde derin bir uçurum, dahası çocuğun kendi bilinci ile duyguları arasında bağın kopmasıdır. Duygusal nedenlerini anlayamayan çocuk uygunsuz davranışları nedeniyle suçluluk, değersizlik duyguları ile sarmalanır.
Uyuşturan ebeveyn: Günümüzde yaygınlaşan kolay ebeveynlik tutumu olduğunu söyleyebiliriz. Çocuk ulaşamayacağı bir şey ister, mutsuz olur; yahut çocuktan yapmak istemeyeceği bir şey istenir, sonucunda negatif tepki ortaya çıkacağı bellidir. Böyle durumlarda uyuşturan ebeveyn derhal harekete geçer. Çocuğun dikkatini çoğunlukla teknolojik aletlerle (TV, telefon, tablet) dağıtarak olumsuz duygularını da ketlemeye çalışır. Peki bunun çocuk için sonucu nedir? Kendi kendine sakinleşebilme becerisini asla geliştiremez. Duygularını dengelemeyi öğrenemez. Hayatı boyunca benzer bir döngüyü tekrarlayıp durmaya başlar. Günümüzde teknoloji bağımlılığının yeni kuşaklarla birlikte bu denli yükselmesinde uyuşturan ebeveynlerin rolü azımsanmayacak düzeydedir.
Doğrusu ne?
Başta da dediğimiz gibi, olumlu duygular kadar olumsuz duygularda bize özgü ve yaşanılması kaçınılmaz. Öncelikle çocuklarımızın dengeli bir duygu durum yaşayabilmelerine yardımcı olabilmek için kendi mirasımızı gözden geçirmekte fayda var. Biz kendi duygularımızı ne kadar dengeleyebiliyoruz? Olumsuz duyguların gelmesine kendiliğinden gitmesine ne kadar izin verebiliyoruz? Çocuğumuza kendi bireysel gelişimini sağlayabilmesi için ne kadar alan açabiliyoruz? Bu sorulara “evet, çoğunlukla” cevabını verebilen bir ebeveyn, öncelikle çocuğunun her yönde duygusunu anlayışla kabul eder. Yani ilk adım kabul. İkinci adım anlamaya çalışmak ve çocuğun kendi duygusunu anlamasına yardımcı olmak. Çocuğunuz neden kapıya tekme attı? Neden çığlık atıyor? Çünkü ona çikolata almadınız. Bu onun için hayal kırıklığına sebep oldu. “Evet seni anlıyorum. Sana çikolata almadığım için üzüldün ve öfkelendin.” Bunu söyleyerek hem onu anlamaya çalıştığınızı gösterdiniz, hem de onun kendi duygularını anlamasına yardımcı oldunuz. Böylece ona duygularını sözelleştirme becerisinin kapısını araladınız. Biliyoruz ki duygularını söyleyebilmeye başladıkça bu duygularla baş etmesi çok daha kolay olacak.
Son adım: Geçecek! Bu adımda başarılı olabilmek için önce kişinin kendisinin buna inanması gerekir. Mutluluğun da mutsuzluğun da geçici olduğunu, yaraların hep can yakmadığını, kayıpların sonsuz bir boşluğa sebep olmadığını bilir ve bunu çocuğunuza yansıtırsanız, O da zamanla geçiciliğin sakinleştirici gücünü kazanabilir. Bu noktada onu anladığınızı, yanında olduğunuzu hissedebilmesi daha kolay sakinleşmesini sağlayacaktır. Fiziksel temas, göz teması, teskin edici sözler bu bilincin aktarılması için uygun yollardır.
Sonuç olarak, hepimiz hala çocuklarımızın ayağına taş değmesin istiyoruz. Ancak hayatın kaçınılmaz gerçeklerini ne kadar çabuk kabul eder ve kendimizi sakinleştirirsek onlara negatif deneyimlerle baş etme becerisi geliştirken o kadar yardımcı olabiliriz.